Wednesday

Bekarlık, arkadaşlık ve yıllar...



Bugün sabah itibariyle "How I Met Your Mother?" dizini 6. sezon 9. bölümü de dahil son saniyesine değin izlemiş bulunmaktayım. "Friends" dizisinden epeyce bölüm izlemiş olmama rağmen New York'ta yaşayan bir grup arkadaşı anlatan bir dizi eğer favorim olacaksa kesinlikle oyumu, Ted Mosby'nin evleneceği kadını ararken Marshall, Lily, Barney ve Robin ile yaşadıkları hikayelerden yana kullanırım.

Amerika'da "pembe renk" temalı alış-veriş günlerine ve "The Big" isimli kokteyl içkilerine ilham kaynağı olan "Sex and the City" dizisi ise oylama seçenekleri arasına dahi giremez. Popüler kültürü anlamak adına şarap kadehlerini yuvarlayarak izlemeye tahammül ettiğim ilkinden daha berbat bulduğum ikinci filmiyle birlikte New York'lu kadınları 5. Cadde vitrinlerine bağımlı kılmayı amaçlayan bu dizi ve filmlerinden çıkarılabilecek temel ders belki de "Kadınlar da Erkekler gibi cinsellikten zevk alır" olabilir. Elbette "Kadınlar ayakkabı ve çanta alırken de kışkırtıcı hisler duyabilirler" küçük bir ayrıntı eklemek kaydıyla... Ki Amerikalı, kariyer sahibi kadınlar Michael Kors, Cole Hann, Kate Spade, Stella McCartney, Versace, Donna Karan gibi isimleri "Açıl Susam Açıl" kadar etkili bulmaya devam etsinler...

New York...

Nerede kalmıştık?

Satırlarca sürdürebileceğim eleştirileri ertelediğimizde, eğer New York'u da tanımaya biraz hevesiniz varsa en favori dizim "How I Met Your Mother?" ortaya çıkar. Robin'in gerçek bir New Yorker olduğu bölümdeki gibi metroda ağlayan kadınlar, her yerden kuyruğunu gösteren fareler gibi kentin özellikleri ya da New Jersey'in sürekli ti'ye alınması... Bunun yanında şehirdeki kültürel zenginliği Barney'in dünya haritasındaki her noktadan kız tavlama geceleri yanında Robin'in Kanadalılar barı ya da Marshall'ın kendisi gibi Minnesotalılarla birlikte Vikings takımını desteklediği mekanlarla birlikte Gottam City hakkında bir sürü şey anlatılır durur. Dizimizdeki iflah olmaz romantik Ted'in mimar olması ve Mannathan'a duyduğu aşk da binalar, semtler hakkında belki de hatta kesinlikle pekçok New Yorklu'dan daha fazla bizi New Yorker yapabilir. Barney ile birlikte hangi barda veya kulüpte başımıza gelebilecekler konusunda komik ama gerçekçi tespitleri öğrenip dururuz.

Dizideki tespitler Washington DC'de ne işe yaryor ki derseniz. 'Bir Irish Pub'da bar sandalyesinde oturuken kaç kişi içki ısmarlamayı teklif edecektir?' ya da 'Bir kulüpteki müzik ne kadar rahatsız edici olabilir?' sorularına doğru yanıtlar verildiğini onaylayabilirim. 'Lezzetli tavuk kanatları yanında iyi bir "Ranch" sosu bulmak neden zor?' sorusunu ise kesinlikle gerçekçi buluyorum.

Ama New York üzerine kitaplar okuduğum ve İngilizce konusundaki hedefim 'New Yorker' okumak olarak kayda düşülürse neden bu dizideki tespitleri önemsediğimi tartışmayız.

Arkadaşlarım ve Ankara...

Dizideki bekar New York'lular, Türkiye kültürüyle bazen karşıtlıklar içerse de hayatındaki önemli arkadaşlarından birisi arkeolog, birisi eşcinsel, diğerleri gazeteci, hepsi şimdilik bekar, yoo elbette bazıları ise anne-baba olan benim ile pekçok ortak nokta sahibi görünüyor. Bu dizi henüz kağıt üstünde dahi var olmamışken dolayısıyla Ted ve Robin'den epeyce önce "40 yaşında bir arkadaşı ile evlenme sözü" olayını da gerçekleştirdiğimi eklemeliyim. "Hiç evlenmeyeceğim galiba" sözlerini sarf ettikten sonra hayalindaki kızıl saçlı kızı değil ama animasyon filmleri seven kızı bularak evlenen bir üniversite arkadaşım olması. İç çamaşırlarını hiç pas geçmemek gerektiğini beyin hücrelerime kazıdıktan sonra bekarlık konusunda hep keyifli fikirlerden söz ederken bir yaz günü "komşu oğlu" ile evleneceğini açıklayan bir arkadaşım olması. Ya da arkadaş grubu olarak örneğin "Bir İstanbul Masalı" dizisini topluca izlemek, Tabu oynamak için ev partileri düzenlemek, Leman Kafe'deki bütün duvar karikatürlerini okumuş ve bütün masalarında oturmuş olmak, Kıtır'ın mı Otantik'in mi kumpiri daha iyi tartışması yapmak, Cafemiz'de "Hayal Salatası"nı her zaman aynı şekilde sipariş etmem konusunda şakalaşmalarımız, her ay "Eski 45'likler gecesi"ne gitmeyi kararlaştırmak ve nadiren gidebilmek gibi ya da her ay aldığımız dekorasyon, National Geographic, Atlas, Beyaz Perde, Virgül dergilerini ortaklaşa okumamız gibi onlarca hikaye, beni Ankara'daki o insanlar ile yakın arkadaş yapan paylaşımlarım olması gibi.

Temel farklılık ise, bu dizideki başrollerden birisini New York oynarken, benim hayatımda bunu Ankara oynadı. İstanbul'a Picasso, Fikret Mualla, Abidin Dino gibi sergi etkinliklerinde gezmeye gitmeyi seven, Ortaköy'de kumpir, Şampiyon'da midye dolma yemeyi unutmayan birisi olarak bu diziyi izlerken ben elbette hep Ankara'da Mülkiyeliler Birliği'nin yazın açılan bahçesini, Söğütözü'nde "brunch" yapmayı, Kızılay'da simitçi molası verdiğimi düşünüyorum.

Ve elbette New York'ta değil ama Ankara'da geçen yıllar boyunca arkadaşlarımı düşünüyorum. Ve benim tüm bu zamanlar boyunca sadece bir kahve ya da bira içimi dayanabildiğim ya da eski sevgililerden sayamayacağımız buluşma anılarındaki erkekler arasındaki bir gün "How I Met Your Father?" hikayesini anlatacağım çocuklarım için (yoo işin gerçeği o çocuklar olmasa da sabahları birlikte uyanmak, sergideki tabloyu, vizyondaki filmi anlatacak hayat arkadaşım olması için) arayışları anımsıyorum.

Ted gibi iflah olmaz romantikliğim ile yıllarca aynı adam ile kovalamaca oynamaktan yorgun düştükten sonra ise yine Ted gibi hepsi birbirinden özel ve hepsi kalbimde yer sahibi arkadaşlarım olduğu için gülümsüyorum.

"Playbook"...

"How I Met Your Mother?" dizisi, önümüdeki hafta 6. sezon 10. bölümü ile devam edecek. Ve benim hayatımda, şimdilik okyanus ötesinde ama arkadaşlarım için her zaman uzaklarda da olsa "arkadaş" olduğumu bilerek gönül rahatlığıyla sürecek görünüyor. Barney'in "Playbook"unda yazdığı gibi oyun sürüyor.