Friday

Cannes’ı Coelho’nun gözlükleriyle izlemek…



Üniversite günlerimde okuma hızım nedeniyle her gün Dost’tan birkaç kitabı aldığımda raflarda beklettiğim değil su gibi yuttuğum zamanlardan birinde 1996 yılında Can Yayınları’ndan “Simyacı” piyasaya çıkmıştı. 1 yıl öncesinde Susanna Tamaro’nın “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” kitabı gibi dünya edebiyatından duygulara seslenen kitapları da siyaset teorisi kitaplar gibi hevesle okuyordum. ‘Çorba’ tadında ama kesinlikle tatsız olmayan okuma yelpazemde, Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun “Simyacı”sı yalın diliyle “uzaklarda ararız ancak içimizde buluruz mutluluğu” gerçeğini yüzümüze vuruyordu. Sonrasında Coelho’nun kitaplarında okuma yolculuğum sırasında “On Bir Dakika” “rahatsız edici” konu seçimiyle beni etkilemişti. Amsterdam’ın Kırmızı Sokak’ını es geçmeyen öyküsünde, bedenen dakikalarla ölçülebilen ancak ruhen etkisi kişiden kişiye tartışılır olduğunu düşündüğüm cinselliği “yeni dünya düzeni” içinde sorguluyordu. Türkiye’de Efes antik kentini gezenlerce gayet iyi hatırlanacağı üzere mermer ana yoldaki kadın figürüyle halen varlığını koruyan belki en eski reklamlardan birisini yaratan fahişelik mesleğini anlatıyordu. Bu tarihi mesleği, çağımız penceresinden gösteriyordu.

Milliyet Ankara Büro’daki koşuşturma içerisinde Dost’tan satın alıp evdeki “bekleme bölümü” olan başucumdaki kitap rafına koyduklarım arasında son yayınlanan Coelho'lar var mıydı, emin değilim ancak 2009 yılında “Amerika’dayım” mazeretim nedeniyle Türkiye’de piyasaya çıkmış pek çok kitabı takip edemedim. Bu kitaplardan Ceolho’nun “Kazanan Yalnızdır” kitabını tanıdık ellerden birinde görünce ödünç aldım. Ve “Amerika’da ne yapıyorum?” sorusuna kestirmeden “Okuyorum” yanıtını vereceğim bugünlerde son birkaç gece içerisinde, Coelho’nun “Kazanan Yalnızdır” kitabını okudum.



Yazar, Cannes Film Festivali’ne, “kırmızı halı” ve Nuri Bilge Ceylan’ın ödül alışıyla yaşadığımız gurur ile nice yıllar ödülsüz kalmış Yeşilçam’ımız dışında bize içeriden bir bakış sunuyor. Türkiye’de “jet sosyete” ifadesini yakıştırdığımız, Coelho’nun ise “sınıf” kavramıyla açıklamayı tercih ettiği “Süpersınıf”, tatminsizliği yanında dünyaya tükettikçe mutlu olunacağını salık vermeye devam eden küresel kültürü nasıl yaratıyordu? Bunu sorgulayan Coelho, moda, magazin, sinema ve küresel şirketler arasındaki bağlantıları okuruna adlarını vermese de anımsanabilir örnekleriyle anlatıyor.

Ancak yazarı ne anlatma iddiasında olursa olsun elbette her metin ile okuyucu arasındaki ilişkide olduğu gibi her okur gibi ben de benim yorumumla bu kitabı anlıyorum. Finalde, Jasmine’in sevgilisine sarılışını, Coelho’nun, “kariyer odaklı, bireyselliğine sarılmış insan” modeline bir kerecik daha düşünme çağrısı olarak görüyorum. Başarısı neticesinde bazen bir kıyıda, bazen bir orman içinde, bazen belki sahibi olacağı bir adada, bazen İstanbul Boğazı’nda ve bazen de Datça’da ev hayal edenlere neler olduğunu, olabileceğini düşünüyorum. Acaba kitaptaki İgor gibi “sevgiyi yaşamayı”, “mutlu bir gelecek güne” ertelediği yalanıyla her gün işinde var oluşunu dolayısıyla da tüketimi yüceltenler, o tanıdık çehreler kimdi? Elbette aynaya bakmayı da ihmal etmedim. Bu arada Coelho’nun “kazanan” kişisi illaki “süpersınıf üyesi” olmak zorunda değil… Tüketim, gelir düzeyine ve kişisel zevklere bağlı olarak farklı lezzetler sunan restoranlardan dünyanın farklı köşelerine farklı bütçelerde yapılacak seyahatlere kadar her türlü harcamayı kapsıyor. Bunun içerisine zamanı nasıl harcadığımızı da ekliyorum. Belli kitapları okumak, belli oyunları izlemek, belli yerleri görmek zorunda hissettiğini kendine itiraf edemese de ve bunları “kişisel zevki” paravanı ardında yapmayı sürdürse de aslında tüketim toplumundaki bireyi kast ediyorum.

Son not olarak aslında Coelho'nun kitabını bir “cinayet romanı” da olması nedeniyle beğendiğimi söyleyebilirim. Cinayetler romana heyecan tuzunu tam ayarında katıyordu. Bu arada Coelho’nun satırları arasındaki “normal listesi” ise hatırlanmaya değer. “Kim normal?” sorusuna verilen yanıtlar arasında benim favorim ise, “Gerçekten denemediği halde ‘denedim’ diyen” oldu. Biraz anormal olduğum için mutsuz olmadım ve normal tanıdıklarımı da gülümseyerek anımsadım… (Normal, bize kim olduğumuzu ve ne istediğimizi unutturan her şeydir; böylece üretmek, yeniden üretmek ve para kazanmak için çalışabiliriz. P.Coelho)

Tuesday

Türkiye ve Çin Seddi...

Türkiye, Ermenistan uğraşında... Çin en dikkat çekici ülke...

Washington DC’nin tarihinde son 60 yılda çoğunluğu devlet başkanı ya da başbakan düzeyinde temsil edilen 49 ülke heyetiyle gerçekleşen en önemli toplantı olan Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne biraz farklı bakmayı deneyelim...



Zirveye ilişkin neleri biliyoruz: Türkiye açısından zirve toplantısındaki en önemli madde “nükleer silahlanma” başlığından öte Ermenistan ile normalleşme süreci ve Amerikan Kongresi’ndeki Ermeni soykırımını tanıyan karar tasarısı oldu. Ancak Türkiye’nin, Ermeni ve Azeri meslektaşlarımız haricinde yabancı gazeteciler açısından haber değeri taşıyan yanı İran ile ilgili tutumu ve Brezilya ile kurduğu ilişki idi. Zirvede Amerikan basınınca takibi yapılan en gözde ülke, Devlet Başkanı düzeyinde toplantıya katılan Çin ve bu ülkeyi yağmura rağmen protesto edenlerdi.

DC’nin merkezindeki Walter E. Washington Convention Center’da gerçekleşen zirvede, Türk heyeti, Ermenistan ile sorunları tek hamlede çözemeyeceğinin bilincinde Amerika nezninde ‘aktif’ dışpolitika oyuncusu olduğunu ortaya koyma çabasındaydı.

Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan’ın kişisel hamleleriyle birlikte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Başkan Barack Obama görüşmesi gerçekleşirken, her iki ülke tarafında da diplomatlar ilişkileri yeniden ‘krizsiz atmosfer’de sürdürecek olmanın rahatlığına kavuştu. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, mevkidaşı Ahmet Davutoğlu ile Erdoğan-Obama buluşmasını sağlamış olmanın huzuruyla Amerika’nın Türkiye’den başta İran olmak üzere beklentilerini konuşacağı ikili görüşmesini yinelemesi de bunun işaretiydi. Amerikan Kongresi’ndeki tasarıda dahil taraflar, Ermeni başlığını askıda bırakıp önceliği Orta Doğu’ya kaydırmayı tercih etti.

Çin ile ne yapacağız?

Ancak bu zirvede Türkiye’yi, ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği’ gerekçesiyle yakından ilgilendirmesine karşın yeterince dillendirmeyen bir husus vardı. Bu husus, nüfüsu ve ekonomisi ile Amerika’nın yanında tartışmasız bir güç olarak ifade edilen ve Washington’da her hafta en az bir düşünce kuruluşunda değerlendirme konusu yapılan Çin idi.

Çin, bazen yağmura rağmen onlarca insanın ellerinde özgürlük talebini anlattıkları pankartlarla en fazla protesto edilen ülke oldu. Amerikan basını, İran’a Birleşmiş Milletler’ce yaptırım uygulanmasına nasıl bir tutum takınacağını anlamaya çalışarak Çin’i sürekli mercek altında tuttu. Obama’nın Çin Lideri ile tokalaşmasındaki tavrından Çin ile ilgili her adım Amerikan yazılı basınında zirvedeki en önemli analiz konusu idi.

Bu noktada Türk gazeteci gözüyle “Acaba Türkiye Çin ile nasıl bir ilişki kurdu?” sorusu Ermeni meselesi gündemi ön planda iken aklımda duruyordu. Bu soruya yanıt arayışıma bugünlerde yoğunlaşmayı planlarken, Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde Türkiye açısından dünya coğrafyasında komşular ötesinde onlarca faktörlü diplomasi oyununa göz atmak gerektiğini not düşüyorum.

Uygur Türkleri de alandaydı



Bu arada zirve alanında Tibet bayrakları yanında dikkatli gözler açısından Türkiye’ye daha tanıdık gelecek olan mavi zemin üzerinde hilal-yıldızlı Türkmen bayrakları da vardı. Geçtiğimiz aylarda Çin ile Türkiye ilişkilerinde karşılıklı açıklamalara neden olan Uygur Türklerince taşınan bu bayraklar yanındaki pankartlarda, dünyaya ‘şikayetimiz var’ mesajı veriliyordu. Uygur Türkleri’nin, Washington’da lider sesi olmayı sürdüren Rabia Kadir’in, Türkiye ile ‘vizesiz’ ancak gönülden kurduğu ilişkide henüz sürpriz bir gelişme olmadığı ise biliniyor. Rabia Kadir, Türkiye’yi ziyaret etmek için geçmişte vize alamamışken, “Çin’in Türkiye ile ilişkilerinde Uygur Türkleri başlıklardan biri mi?” sorusu kenarda duruyor.

Son not olarak “Türkiye’nin yürütme gayretinde olduğu çok taraflı, çok yönlü ve çok aktif dış politikası, Çin Seddi’ne dayanıp dayanmadığı da uzmanlarınca değerlendirilmeyi bekliyor gibi görünüyor” şeklindeki naçizane düşüncemi eklemeliyim.

Ve askıda kaldı...



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, akşam saatlerinde yüzündeki gülümseme ve keyifli tavrı dolayısıyla da Amerika ziyareti ve Başkan Barack Obama ile görüşmesinden memnun ayrıldığı yorumları yapılırken, Ermenistan ile Türkiye ilişkilerinde en gergin diyalog Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan arasında yaşandı. Kısa sürede ikna konuşmasıyla çözümlenen bu gerginliğe, Azerbaycan Haber Ajansı olan APA’dan kaynaklanan bir röportaj-haber neden oldu.

Başbakan Erdoğan ve Başkan Obama arasında 45 dakikalık görüşmede, Türk tarafı beklentilerini belli ölçüde karşılarken, İran’a yaptırım uygulanması konusunda ısrarlı tutumla yeniden karşılaştı. Bu yöndeki tabloyu, Erdoğan’ın, Washington’dan ayrılışı öncesinde gazetecilere yaptığı açıklamada, Obama’nın 24 Nisan’da “soykırım” ifadesini kullanıp kullanmayacağına ilişkin soruya karşılık, “Böyle bir şeyi şahsen ben beklemiyorum. Gerekli mesajlar zaten karşılıklı olarak alınmıştır diye düşünüyorum” sözleri açıkça ortaya koydu. Erdoğan’ın, Amerika’dan ayrılışı sırasındaki genel tavrına da yansıyan bir biçimde Türk tarafı, önemli ölçüde bu ziyaretten hedeflerine ulaşmış olarak dönüşe geçti. Bu noktada özellikle Washington’a tekrar dönüş yaptıktan sonra Büyükelçi Namık Tan’ın, Başbakan Erdoğan’ın bu zirveye katılımını kesinleştirmek amacıyla Başkan Obama ile toplantılar sırasında tokalaşmaktan öte görüşme ayarlama çabasını da vurgulamak gerekiyor. Büyükelçi Tan’ın da girişimleriyle Obama’nın, Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin iki günü boyunca peş peşe yaptığı liderlerle görüşme trafiğinde, Erdoğan’a zaman ayrıldı. Böylece Türk tarafı, Amerika’ya Erdoğan - Obama görüşmesi düzeyinde, Amerikan Kongresi’ndeki Ermeni soykırımını tanıyan karar tasarısı gibi başlıklardaki rahatsızlıklarını en üst düzeyde iletti.

Normalleşme sürecinde sıcak gelişme yok

Ermenistan ile Türkiye ilişkilerinde normalleşme sağlanması sürecindeki en önemli adımlardan birisi olan Zürih’te imzalanan protokollerin ülke parlamentolarında onaylanması konusunda ise, bir takvim ortaya konamadı. Bu normalleşme sürecindeki en önemli hedef olan Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması hususunda, Erdoğan, Amerika’dan ayrılmadan önce de Azerbaycan’ı öne sürdü. T24’ün, “Sarkisyan, ‘Türkiye bizimle ön koşulu koyan bir dille konuşamaz’ şeklinde mesaj verdi. Acaba Türkiye-Ermenistan sınırı açılabilecek mi?” sorusu üzerine Erdoğan, Ermenistan ile ilişkilerde yakın gelecekte sıcak bir gelişme yaşanmayacağını gösteren şu sözleri dile getirdi:
“İsviçre'de, Zürih'te yapılan toplantıda, orada imzalanan metinde ön koşulsuz ifadesinin yanında çok önemli bir ifade var. Bölgesel barışı tesis etmek. Bu bölgesel barışı tesiste, Azerbaycan'ı bir kenara itebilir misiniz? Azerbaycan da bu bölgesel barışın önemli bir unsuru. Dolayısıyla Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ihtilafın çözülmesi, tarafların bir mutabakata varması gerek. Azerbaycan-Ermenistan kapısının açılmasını ve bunun da bizim kapıların açılmasına vesile olacağını görmemiz lazım.”

APA’nın haberi geri çekildi

Ermenistan ile ilişkilerde en azından “restleşme” görüntüsünü ortadan kaldıran bu Amerika ziyaretinde, Azerbaycan Haber Ajansı olan APA tarafından Bakan Davutoğlu ile yapılan bir röportaj biçiminde yayımlanan sözler ise sıkıntı yarattı. Davutoğlu’nun, Yukarı Karabağ konusunda sarf ettiği ileri sürülen sözleri Azeri ve Ermeni internet sitelerine yansıyınca ikili görüşmeleri sırasında Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbandyan’ın tepki göstermesine neden oldu. Nalbandyan’ın özellikle bu röportajda, Davutoğlu’nun “Türk-Ermeni protokollerinin imzalanma amaçlarından birisi de, işgal altındaki Azerbaycan topraklarının kurtarılmasıydı Türk-Ermeni protokollerinin imzalanma amaçlarından birisi de, işgal altındaki Azerbaycan topraklarının kurtarılmasıydı” gibi bir ifade sarf etmesinden rahatsız olduğu öğrenildi. Davutoğlu, böyle bir röportajı bulunmadığını belirterek, Nalbandyan’ı ortada bir yanlışlık bulunduğuna ikna etti.
APA haberi dolayısıyla gergin başlayan Davutoğlu - Nalbandyan görüşmesi sonrasında Dışişleri Bakanlığı, APA Haber Ajansı nezdinde devreye girerek Davutoğlu’nun sözleriymiş gibi sunulan röportajın yayından çekilmesini istedi. İlerleyen saatlerde, APA’nın internet sitesinde Davutoğlu röportajına yer verilmediği görüldü. Bu çerçevede, Türkiye – Ermenistan ilişkilerinde “söz düellosu” şeklinde devam edecek yeni bir gerginlik süreci başlamamış oldu.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un dünkü öğle yemeği davetinde ise, yan yana oturmak amacıyla başkalarıyla yerlerini değiştiren Davutoğlu ve Nalbandyan arasında sohbet havası yaşandığı kaydedildi. İkili masada konuşurken, masadaki başka bir bakan “Bu işi burada çözeceksiniz’’ diye laf atınca, Davutoğlu’nun “Üçüncü taraflar gölge etmezse çözüme bağlarız” dediği aktarıldı. Davutoğlu’nun, bu sözleriyle masadaki bakanlar düzeyinde de diğer ülkelere parlamentolar nezninde kararlar ile Türkiye – Ermenistan ilişkilerine müdahale edilmesinden duyduğu rahatsızlığı şaka yollu vurguladığı belirtildi.

Son olarak Türkiye’nin, Amerika ile ilişkilerinde beklentisi doğrultusunda Obama yönetiminden yanıtlar aldığını; Ermenistan ile ise mevcut pozisyonları değiştirecek bir farklılık yaratamadığını not düşmek mümkün görünüyor.

Washington’daki son soru: “Ermeni meselesi “askıda” mı kalacak?”

Washington DC’de 49 ülkeden en üst düzeyde temsillerle gerçekleşen ve bugün sona erecek olan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin, Türkiye açısından en önemli gündem maddesini, Ermenistan ile ilişkiler ve Amerikan Kongresi’ndeki soykırımı tanımayı amaçlayan karar tasarısı oluşturdu. Bu çerçevede, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün sabah Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile görüştükten sonra gün boyunca doğrudan açıklama yapmayı tercih etmedi. Buradaki görüşme trafiğinde dün akşam itibariyle ortaya çıkan manzara, “Türkiye’de ve Amerika’da yaklaşan seçimler ile Sarkisyan üzerindeki artan muhalefet ve diaspora baskısı nedeniyle normalleşme sürecinde ilerleme beklememek lazım” yorumuna neden oldu.

Ermeni meselesiyle ilgili diyalog trafiği, Başbakan Erdoğan ile Sarkisyan’ın dün sabah buluşmasıyla başlarken, bugün Obama ile Erdoğan arasında öğleden sonra gerçekleşecek görüşmeyle sona erecek görünüyor. Bu noktada kulislerinde, Amerika, Türkiye ve Ermenistan üçgeninde yaşanan görüşme trafiğindeki gelişmelere bakıldığında ise, hem Türkiye’de hem de Amerika’da seçim yılı olması nedeniyle hem de Ermeni Diasporası’nın Sarkisyan üzerindeki baskısı dolayısıyla taraflarca cesur adım atılması yönünde bir beklenti olmaması gerektiği yorumu yapıldı. Erdoğan’ın, böyle bir süreçte sınırı açma girişiminde bulunmayacağı belirtilirken; Sarkisyan’ın da imzasını geri çekmese dahi protokol sürecine ilişkin olumlu bir açıklamada bulunmayacağı kaydedildi. Obama açısından da Kasım ayındaki seçimler göz önüne alınıldığında Amerika’daki Türkler ile Ermeniler’e dengeli mesaj vermeye çalışacağı değerlendirildi. Obama’nın, 24 Nisan açıklamasında ise geçen yıl olduğu gibi “soykırım” ifadesini kullanmayacağı öne sürüldü.

Wilson’un mezarında mesaj verdi

Washington’da dün gerçekleşen görüşme trafiği ise şöyle gelişti:
Sabahleyin Erdoğan ile Sarkisyan yanlarında iki ülke dışişleri bakanlarıyla birlikte Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin yapıldığı merkezde buluştu. Bu görüşme sonrasında, Ermenistan Cumhurbaşkanlığı’ndan Ermeni basın mensuplarına yapılan açıklamada, Sarkisyan’ın Erdoğan’a Türkiye’nin protokol sürecine şart getirmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdiği vurgulandı. Sarkisyan’ın, Ermenistan’a Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak verilmesini sağlayan Amerika’nın 28’nci başkanı olan Woodrow Wilson’un mezarı başında Ermeni soykırımına uğradığını iddia eden Ermeni aileleriyle buluşması ise dikkat çekti. Ermeni Diasporası’nın ulusal çaptaki kuruluşu olan ANKA’nın duyurusuna göre, Sarkisyan, bu mezar ziyaretinde Türkiye’ye yönelik mesaj verdi. Ulusal Katedral’daki anma töreninde, Wilson’un 1919 yılında Ermeni halkına yeniden acı çektirilmemesi için çaba sarfettiğini kaydeden Sarkisyan, “Türkiye, Ermenistan ve Ermeni halkıyla önkoşul dilinden konuşamaz” dedi. Sarkisyan’ın mezar ziyareti kapsamında, ANKA Direktörü Aram Hamparian da, Başkan Obama’nın, “24 Nisan’daki resmi açıklamasında açıkça Ermeni soykırımı gerçeğini dile getirmesi gerektiğini beklediklerini” bildirdi.
Sarkisyan, benzer görüşlerini dün 1 saatlik görüşme boyunca Obama’ya da aktardı ve Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan ile ilişkilerinde Türkiye’nin herhangi bir rol üstlenmesini istemediklerini bildirdi. Bu görüşme sonrasında Beyaz Saray’dan geç saatlerde yapılan yazılı açıklamada ise, Sarkisyan’ın, Türkiye – Ermenistan ilişkilerindeki protokol sürecindeki tutumu olumlu yönde vurgulandı.

“Farkındayız”

Ermeni tarafındaki açıklamalara karşın Türk tarafı ise temkinli mesaj vermeyi tercih etti. Erdoğan, Sarkisyan görüşmesiyle ilgili açıklama yapmama kararı nedeniyle dün Türk basın mensuplarınca kendisine soru sorulmasına olanak tanımadı. Bugün öğleden sonra Obama ile görüşecek olan Erdoğan’ın, Amerikan Başkanı ile de yapacağı değerlendirme sonrasında Ermeni meselesi konusunda açıklama yapacağı kaydedildi.
George Mason Üniversitesi’ndeki konuşmasında “Parlamentolarda tarih yazılmaz” sözleriyle Amerikan Kongresi’ni hedef alan Erdoğan’ın, dün akşam konakladığı Willard Hoteli’ndeki konuğu ise Demokratlar’ın en güçlü isimlerinden birisi olan John Kerry oldu. Kerry, Erdoğan ile 1 saat süren görüşmesinden ayrılırken sorumuz üzerine, “Türkiye’nin bölgedeki önemli rolü üzerine konuştuk. Filistin, İsrail, Gazze, Suriye gibi başlıklı ele aldık. Türkiye’nin Ermeni karar tasarısındaki tutumunun çok çok farkındayız. O’nun (karar tasarısı) orada (Amerikan Kongresi) olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin Afganistan’daki rolünün önemini de biliyoruz” dedi.
Erdoğan’ın Kerry ile görüşmesi konusunda Başbakanlık kaynaklarından ise herhangi bir açıklama gelmedi.

Bugünkü görüşme trafiği ise, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un sabah saatlerindeki buluşmasıyla başlayacak. Erdoğan – Obama görüşmesi ise, öğleden sonra gerçekleşecek.

Sarkisyan, Obama ile değerlendirecek

Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, bugün sabah 09.30 ile 11.30 saatleri arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştükten sonra ABD Başkanı Barack Obama ile saat 13.30’da bir araya gelecek. Bu çerçevede, Sarkisyan’ın, Erdoğan’a, Türkiye’de yaşayan kaçak Ermenilerle ilgili sözleri de dahil olmak üzere iki ülke arasındaki protokol sürecindeki tıkanmaya ilişkin Ermeni tarafı olarak beklentilerini açıkça aktaracağı belirtiliyor. Protokollerden imzasını çekme ihtimali tartışılmakta olan Sarkisyan’ın, Erdoğan ile görüşmesi sonrasında saat 13.30’da görüşeceği ABD Başkanı Barack Obama’ya Ermenistan’ın takınacağı tutum hakkındaki nihai kararını söylemesi bekleniyor.

Liderler arasındaki görüşme trafiği netlik kazanmaya başlarken, Amerikan Başkanı Barack Obama, bugün resmi açılış töreni yapılacak olan Nükleer Güvenlik Zirvesi kapsamında Washington DC’ye gelmiş olan ülke liderleriyle ikili görüşmelerde bulunacak. Görüşmeler, Beyaz Saray yerine zirveye ev sahipliği yapan Washington Convention Center’da gerçekleşecek. Barack Obama’nın ilk günkü programında Ürdün, Çin, Malezya, Ukrayna liderleri yanında saat 13.30’da Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan yer alıyor. Bu zamanlama açısından Sarkisyan’ın, Türkiye ile Ermenistan arasında başta protokol süreci olmak üzere ikili ilişkileri şekillendirecek olan kararını kamuoyuna açıklaması öncesinde Obama ile paylaşacağı yorumu yapılıyor.

Erdoğan ile Sarkisyan’ın, bugün görüşmeleri sonrasında basına ortak açıklama yapmaları öngörülmüyor. Erdoğan, Sarkisyan görüşmesi bitiminde Washington Convention Center’dan ayrılarak, “Ali Vural Ak Küresel İslam Merkezi”nin açılışını yapmak ve “Küresel Barış Vizyonu Olarak Medeniyetler İttifakı” başlıklı bir konferans vermek üzere George Mason Üniversitesi’ne geçecek. Bu nedenle Erdoğan’ın, Sarkisyan görüşmesine ilişkin üniversitedeki programı sırasında açıklamada bulunabileceği belirtiliyor.

Obama - Sarkisyan görüşmesi sonrasında da ortak basın açıklaması yapılmayacak görünüyor. Obama, programında 1 saatlik süre ayırdığı Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan ile görüşmesi bitiminde Çin Devlet Başkanı Hu Jintao ile bir araya geliyor. Ancak Sarkisyan’ın, Obama’ya Ermeni tarafı olarak Türkiye ile yürüttükleri protokol sürecine ilişkin kararını ilettikten sonra ilerleyen saatlerde basın açıklaması yapabileceği kaydediliyor. Bu çerçevede, Sarkisyan’ın, Washington DC’de yapacağı açıklama bir bakıma Türkiye – Ermenistan arasındaki ilişkilerin geleceğini belirleyici nitelikte olacak görünüyor.

İran çıkmazı

Bu arada Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Direktörü Yukiya Amano’nun, ülke liderlerine dünyadaki nükleer silahlanma hakkında bilgi vereceği zirve boyunca Başkan Obama, öncelikle İran’ın hedef olduğu Amerikan’ın diğer ülkelerden beklentilerini iletecek. Bu noktada Obama’nın, Erdoğan ile Salı günü yapacağı görüşmesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin gündemine gelmesi beklenen İran’a yaptırım uygulanması konusunda ABD’nin Türkiye’den yana beklentisini yinelemesi bekleniyor. Obama’nın, Türkiye ile Amerika ilişkilerinde Kongre gündemindeki Ermeni soykırımını tanıyan karar tasarısı yanında başka bir ciddi kriz yaratma potansiyeli olan İran konusunda kararlı olduğu gündeme yansıyor. Obama’nın, BM Güvenlik Konseyi üyesi olması nedeniyle Türkiye’den İran’a tavır alınması yönünde hareket etme beklentisinde ısrarcı olabileceği kaydediliyor. Buna karşın ise Erdoğan’ın, açıkça ifade ettiği İsrail örneğini yineleyeceği konuşuluyor.

DC açısından tarihi zirve

Bu noktada, Washington DC’nin ev sahipliğini yaptığı ve Türkiye’de Ermeni meselesi ile bağlantılı olarak gündemde olan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin, aslında ABD açısından her bakımdan en önemli gündem maddesini oluşturduğunu eklemek gerekiyor. Birleşmiş Milletler toplantıları nedeniyle her yıl yüzü aşkın ülke liderini ağırlayan New York ile tarihinde eşine az rastlanır bir şekilde rekabet etmekte olan Amerikan başkenti Washington DC, üç günlük zirve boyunca 49 ülke devlet başkanını veya başbakanını ağırlıyor. Ülke liderleri yanında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon ile Avrupa Birliği’ni temsilen Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy da zirveye katılıyor. Zirve nedeniyle DC’ye gelen liderler arasında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev, İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband gibi isimler bulunuyor.

Bu katılımcı tablosu dolayısıyla Washington DC’de dün sabah itibariyle uygulanmaya başlanan güvenlik önlemleri kapsamında, konferans merkezi civarındaki metro istasyonları ile caddeler trafiğe kapatılırken, Amerikan televizyon kanalları bundan şikayetçi olan vatandaşlar ve yerel işletme sahipleriyle ilgili haberleri ekranlara taşıyor.

Thursday

Houdini’yi “graphic novel” ile keşfetmek…




Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğim ananem Ayşe Hanım, Bursa’daki çocukluk yıllarımda TRT’ye izleyen diğer yaşıtlarım gibi Japon kâğıt katlama sanatı “Origami” denemelerimi takdir ederdi. Ben kuğu yapmaya çalıştığım sıralarda, Ayşe Hanım kendi gençliğinde hayranlıkla izlediği Zati Sungur’a sözü getirirdi. Rahmetli Sungur’un gösterilerinden bahsederken, O’nun Bursalı oluşundan da ayrıca gurur duyardı. Zati Sungur’un yaptıklarını yapan çıkmayacağını söyleyen Ayşe Hanım, yıllar sonra David Copperfield için dahi “yabancı Zati Sungur” yorumunda bulunmuştu.

Beni büyüten Ayşe Hanım’dan etkilenerek TRT ekranında sıkça boy gösteren Sermet Erkin’i de izleyen ben, hiçbir zaman sihirbazlık denemesinde bulunmasam da hep “işin sırrı nerede” kısmına takıldım. Her cinayet öyküsünde de mutlaka katili ele verecek bir ipucu bulunduğuna inandığım için sihirbazlık gösterilerini de benzer şekilde izledim.



Zati Sungur’u dinleyerek geçen yıllar içinde ne zaman birileri imkânsıza yakın işlere imza atsa ki o günlerde Che Guevara ile tanışmamıştım “Houdini gibi” denildiğini işitirdim. “Kimdi Houdini?” sorusuna aldığım ilk yanıt ananemden “Zati Bey’den önce yaşamış büyük sihirbaz” olmuştu. Sonrasında da kulak dolgunluğu ile ansiklopedi maddesi bilgiler zihnimde kalmıştı. Ancak Houdini’nin öyküsünü anlayabilmek için Berlin serisine hayran olduğum Jason Lutes’in çalışmasını okumam gerekiyormuş.

“Graphic novel (çizgi roman)” yazarı Jason Lutes’in bütün eserlerini okuma kararım nedeniyle (Serdar Turgut’un kulakları çınlasın ki tek ‘dipsomani’ hastası o değil) Barnes&Noble Georgetown Şubesi’ne bir liste hazırladım. Listemden “Houdini: The Handcuff King” başlıklı kitabın kitapçıya ulaştığına ilişkin e-posta gelir gelmez kendimi Georgetown’a attım. Kasadan kitabı satın aldıktan sonra ikinci kattaki kafede her zamanki gibi aydınlık bir masaya yerleştim.

Kitabı tabiri caizse bir solukta okudum. Arka bölümde Houdini’nin hayatıyla ilgili notları okurken, sayfaları geri çevirerek çizimlere ve hikâyeye yeniden baktım. Houdini hakkında hazırlanmış çizgi roman, Jason Lutes’in Nick Bertozzi ile ortak çalışması. 83 sayfalık olan roman, çizgilerle Houdini’nin Boston’daki Harvard Köprüsü’nden elleri kelepçeli olarak suya atlayış öyküsünü ele alıyor. Ancak 1 dakika 19 saniye gibi inanılması zor bir zaman dilimi içinde kelepçeli ellerini suyun altında açarak bir “mucize” sergileyen Houdini’nin tüm hayatına ilişkin ipuçları bu öykü içinde anlatılıyor. Hayata gözlerini Enrich Weiss adıyla Macaristan’da açan ve sonra Harry Houdini adını alan “Kelepçe Kralı”nın, Yahudi kimliğinden öte O’nun hırslı ve rekabetçi yapısı nedeniyle Amerikalı kimliğini benimsediği özetleniyor. Bunun yanında gazetecilere her zaman tek kurtulmak istemediği kelepçe olarak parmağındaki alyansını gösteren Houdini’nin, eşi Bess ile ilişkisi hakkında da Amerikan basınında hep tartışılmış “gizli yardımcı” gibi iddialar konusunda fikir veriliyor. Berlin serisi gibi bu çizgi roman da insandaki okuma hevesini artırıyor. Ve en önemlisi Lutes'in diğer öyküsünü telaşla beklememe neden oluyor.



Son not olarak eklemeliyim ki kadın çizer-yazar Gabrielle Bell’in, “Cecil and Jordan in New York” çizgi öykülerini de okudum. Ancak Bell’in çalışması, New York’un metropolitan hayatında sandalyeye dönüşen Cecil öyküsü dışında beklentilerimi karşılamadı. Adı dolayısıyla New York’u da anlatmasını beklediğim öyküler, kadın-erkek ilişkilerini odaklanmıştı. Elbette çizgi öyküler olması nedeniyle bu kitap da kendini bir solukta okuttu ama maalesef etkilemedi.