Monday

Amerikalılar Over Drive ile İstanbul'a üzüldü



İstanbul'a şehir trafiğiyle bir bakış: Over Drive

Gelecek ay İstanbul Film Festivali'nde Türkiye'de görücüye çıkacak "Over Drive: İstanbul in the New Millenium" kısa belgeselini ilk önce izleyen Washingtonlular, dünyanın en kalabalık beş kentinden birisi olan İstanbul'un geleceğinden endişeye kapıldı. İstanbul'un ulaşım sorunlarını imparatorluklara başkentlik yapmış tarihiyle birlikte anlatan kısa belgesel, 3'ncü boğaz köprüsünü de Sultanbeyli'den hayat kesintileriyle eleştiriyor.

Washington Çevresel Film Festivali (DC Environmental Film Fesrival) kapsamında, İstanbul'un 13 milyon civarındaki nüfusuyla kronikleşen trafik sorununu insan öyküleri üzerinden anlatan Over Drive filmi gösterildi. Washington'de Dünya Araştırmalar Enstitüsü (WRI) merkezinde gerçekleşen gösterimlerde, kısa filmin yönetmeni Aslıhan Ünaldı ile WRI bünyesindeki 'uzun soluklu ulaşım' odaklı bir merkez olan EMBARQ Türkiye Direktörü Sibel Bulay da yer aldı.
EMBARQ sponsorluğunda İstanbul'un her gün 600 araç ile daha artan trafiği anlatan belgeselde, tarihi yarımada bölgesinden çok uzaklarda adı İstanbul olan ama kent yaşamıyla ilgisi olmayan yerleşimler perdeye yansıdı. Mimar ve kent plancısı Doğan Kuban, Boğaziçi Üniversitesi'nden Edhem Eldem, İlhan Tekeli, Ömer Madra, Haluk Gerçek ve Jonh Freely gibi isimlerle söyleşilerle hazırlanmış filmde, Sultanbeyli bölgesinde TEM Otoyolu kıyısındaki hayatlara da ayna tutuluyor. Özellikle "İstanbullu" olan ancak İstanbul'a iki saatte bir otobüs olanağına sahip mahalleli genç kızlar ile Beyoğlu'nda fasıl gecesi masasındaki gençler tarafından yapılan yorumlar ilgi çekiyor. Gecekonduda yaşayan genç, türbanlı genç kız uyarıyor: "Sakın İstanbul'a göç etmeyin" diye ama öte yandan ailesiyle Diyarbakır'dan göç etmiş bir Kürt genci ise acıyla itiraf ediyor: "Ben buralarda okuyamadım. Diyarbakır'da kalsaydım başka olurdu belki. Ama benim çocuklarım da burada büyüyecekler ve malesef benim gibi olacaklar."

Belgesel boyunca aralarında baba mesleği taksi sürücülüğü yapan kişi de dahil ortak eleştiri konusu, İstanbul'un insanlar için değil arabalar için planlaması.

Washington'da Çevresel Film Festivali kapsamında iki gösterimde de salonu doldurmayı başaran belgesel, sadece kapitalizmin değil artık plansız kentleşme ve sanayileşme tarafından yaratılan tabloya karşı tepkinin de küreselleştiğini ortaya koydu. Filme sponsorluk sağlayan Sibel Bulay, EMBARQ olarak Marmaray projesi gibi toplu taşımacılığa yönelik projeleri desteklediklerini belirterek, İstanbul'un olumsuz gelişiminin küresel ısınma gibi sonuçları olduğunu vurguladı.

T24'ün sorularını yanıtlayan yönetmen Aslıhan Ünaldı ise, "Bu belgesel için iki yıldır üzerinde çalıştım. 70 saatlik çekim yaptım. Montaj sonrasında 1 saate indirdim ve ortaya izlediğiniz İstanbul hikayesi çıktı" dedi. Ünaldı, belgeseli Türkiye'deki seyirciyle gelecek ay İstanbul Film Festivali'nde buluşturacaklarını da kaydetti.

No, no...

Bu arada Over Drive izleyicileri arasında birkaç Türk dışındaki kitle, Amerikalılardan oluşuyordu. Dolayısıyla "Acaba Amerikalılar bizim İstanbul'a yaptıklarımız konusunda ne düşünüyor?" sorusuna yanıt bulunmak da mümkün oldu. Aralarında İstanbul'a yıllar önce gitmiş, çoğunluğu orta yaş üstü ve Türkiye hayranı olan izleyici grubu, filmi izlerken orman alanları yok edilerek yapılmış inşaat görüntülerinde adeta dehşete kapıldı. Bazıları, suratlarını ekşiterek tepkisini gösterirken, salonda bir ara "No...(hayır)" gibi bir ses duyulur oldu. Bir sahnede Sultanbeyli'den Avrupa Yakası'ndaki iş yerine 6 saalik yolculukla gidildiğini öğrenen Amerikalılardan "Vavv" tepkisi geldi. Gösterim sonrasındaki sohbette pekçok Washingtonlu, en yoğun trafik saaatlerinde 1-1,5 saat harcadıklarına neredeyse şükrediyordu. Böylece Amerikalılar, Washington sokaklarını süsleyen Türk Hava Yolları'nın (THY) reklam ilanlarındaki romantik İstanbul manzarasından çok başka bir İstanbul ile tanışarak salondan ayrıldı.

Over Drive filmine ilişkin ayrıntılı bilgi ise, www.overdrivethefilm.com adresinde...

Tuesday

Monocle Dergisi: Erdoğan'ın Atatürk'ü gölgelemesi olası değil



Küresel iş dünyasındaki yönetici sınıf yaşam tarzını takip eden Monocle Dergisi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 18 Ocak 2011 tarihinde resmen markalaştığını da atlamadı. Monocle, Erdoğan markasını okuyucularına duyururken, üst düzeyde popüler olmaya devam Başbakan'ın Atatürk'ü gölgede bırakması şeklindeki beklentiler içinse "pek olası değil" yorumunda bulunuyor.

Monocle Dergisi'nin Erdoğan markası değerlendirmesini okuyunca elbette ABD'de her köşe başında rastlanan Başkan Barack Obama markası akla geliyor. Açıkçası benim favorim, hafifçe dokunduğunuzda başını öne - arkaya doğru "evet-hayır" der gibi sallayan Obama bebeği... Yalnız Başkan Obama, Başbakan Erdoğan gibi piyasayı koklayamamış ki kendi adı, imzası ya da görüntüsünden marka geliri elde etmeyi planlayamamış. Başkanlık kampanyasındaki mavi-beyaz-kırmızı renklerindeki "O" harfi biçimindeki sembol, "tescilli marka" ancak "Yes, we can..." sloganı ya da Obama'ya ilişkin diğer hiçbir ürünün maddi kazancı Başkan'a yaramıyor. Obama bebeğini kaldırdığımda olduğu gibi neredeyse her türlü piyasa ürününde "Made in China (Çin malı)" ifadesi bulunuyor. Kısacası piyasadaki Obama markasından Çin'de üretim yaptıranlar kazanıyor gibi görünüyor.

Türkiye'de ise Başbakan Erdoğan'ın, "RTE" markası yaratması elbette Çin'de üzüntüye neden olmuştur ancak Monocle Dergisi, bu haberi ticari bakımdan herhangi bir patent hakkı koruması altında olmadığını belirttiği Atatürk markasıyla kıyaslayarak ele alıyor. Monocle, Erdoğan'ın ticari ürünlerle ilgili tedbir aldırdığı "RTE" imzasının aksine Atatürk'ün iphone kılıflarından anahtarlıklara görüntüsü ya da imzasıyla yer almaya devam ettiğini belirtiyor. "Marka ustaları" başlıklı haberde, Erdoğan'ın bu yılki seçimlerde de üst derecede popüleriteye sahip olmayı sürdüreceği ifade ediliyor. Erdoğan'ın üçüncü dönem hükümet olmayı hedeflediği belirtiliyor. Dergide, bu seçim sürecindeki "Erdoğan'ın politikada veya ticari piyasada Atatürk'ü gölgede bırakması" şekindeki yorum ve değerlendirmeleri işaret edilerek, "pek olası değil" ifadesini kullanıyor.

Özetle, Monocle Dergisi'nin, Erdoğan'ın 854 üründe ticari haklarını yasal garanti altına aldığı süreci ilginç bir şekilde Atatürk ile ilgili bir rekabet gibi vermesi dikkat çekiyor. Son olarak Washington'dan not düşelim ki ABD'de Obama, ülkeyi kuran isimlerden ilk başkan George Washington ile böyle "politik ya da ticari bakımdan gölgelemek" gibi ifadelerle kıyaslanmıyor.

Friday

ABD'de sokaktaki gündem maddesi: Ipad2



Amerika güne Japonya'daki depremin sarsıntısıyla uyandı ancak Kaliforniya ve Hawai eyaletlerini yakından ilgilendiren dev dalgalara neden olan insani gündeme rağmen tüketim ülkesinde başka bir gündem maddesi tartışılıyordu. Japonya'nın yıkılışı ana gündem maddesini oluştururken, ABD'nin Süperman filmine de konu olan fay hattı üstünde yaşayan Kalifroniya eyaleti ise korku dolu anlar yaşıyor ancak "sokaktaki Amerikalı" ne yapıyor?: Elbette Ipad2 kuyruğunda bekliyor.

ABD'de CNN ekranındaki gündem ile sokak gündemi arasındaki farkı başkent olduğu için kent yaşamı bakımından her zaman New York gölgesinde kalan Washington'da dahi gözlemlemek mümkün oluyor. Mısır, Libya ve Ürdün derken Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da siyasi değişim rüzgarının ne yöne doğru eseceği Washington'daki tüm kulisleri meşgul ederken, kitapçılarda "okuyucu tercihi" köşesinde, İngiltere'de Prens William'ın düğün hazırlıklarıyla ilgili magazin dergileri birinciliği koruyor.

Bugün ise Washington'un ana gündem maddesi Japonya oldu. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, atom bombasıyla geçmişte yıktıkları Japonya için "sarsılmaz dost ve müttefik" diyerek 8.9'luk deprem felaketi karşısında her türlü yardımı yapacaklarını açıkladı. ABD'nin ulusal acil durum yönetimi ajansı ilgili bütün bilim adamlarıyla Japonya'daki derpremin yarattığı dev dalgaların yönünü ve ne derece yıkıcı olacağını dakika dakika hesaplayarak medyaya duyuruyor. Pasifik Okyanusu'nda tüm insanlık sarsılırken, Washington'da bir grup Amerikalı ise başka bir gündemi takip ediyor.




Bugün Türkiye saatiyle gece 02.00'de Ipad2, Washington'daki Apple mağazalarında satışa çıkıyor. Iphone'un ilk piyasaya çıktığı günkü kuyruk ile kıyaslandığında oldukça "küçük" olmasına karşın alışveriş merkezinde yine de metrelerce uzayan bir sırada bekleşen insanlar dikkat çekiyor. Mesela, bu kuyrukta yaklaşık dört saattir beklediğini söyleyen bir Amerikalı, "Neden Ipad2 alacaksınız?" soruma karşılık "Her an dünyayı takip edebimek için..." yanıtını veriyor. Apple mağazasındaki görevlilerden birisi ise, "İlk haftalarda yoğun talepten dolayı insanlara ürünlerini hemen teslim edemiyoruz ve bekleme listesi yapıyoruz ama bugünkü kuyruktaki insanlar gibi pekçok insan ürünü çıktığı gibi kullanmak istiyor" diyor. Iphone'a kıyasla Ipad2'ye az ilgi olduğunu da kaydediyor.

"İnsanlık alemi işte... Japonya'da 88 bini aşkın kayıp insanın yakınları belki de şu dakikalarda "ölüm haberi korkusu" ile beklerken, ABD'de bir grup insan ise Ipad2 bekliyor.

Wednesday

Bekarlık, arkadaşlık ve yıllar...



Bugün sabah itibariyle "How I Met Your Mother?" dizini 6. sezon 9. bölümü de dahil son saniyesine değin izlemiş bulunmaktayım. "Friends" dizisinden epeyce bölüm izlemiş olmama rağmen New York'ta yaşayan bir grup arkadaşı anlatan bir dizi eğer favorim olacaksa kesinlikle oyumu, Ted Mosby'nin evleneceği kadını ararken Marshall, Lily, Barney ve Robin ile yaşadıkları hikayelerden yana kullanırım.

Amerika'da "pembe renk" temalı alış-veriş günlerine ve "The Big" isimli kokteyl içkilerine ilham kaynağı olan "Sex and the City" dizisi ise oylama seçenekleri arasına dahi giremez. Popüler kültürü anlamak adına şarap kadehlerini yuvarlayarak izlemeye tahammül ettiğim ilkinden daha berbat bulduğum ikinci filmiyle birlikte New York'lu kadınları 5. Cadde vitrinlerine bağımlı kılmayı amaçlayan bu dizi ve filmlerinden çıkarılabilecek temel ders belki de "Kadınlar da Erkekler gibi cinsellikten zevk alır" olabilir. Elbette "Kadınlar ayakkabı ve çanta alırken de kışkırtıcı hisler duyabilirler" küçük bir ayrıntı eklemek kaydıyla... Ki Amerikalı, kariyer sahibi kadınlar Michael Kors, Cole Hann, Kate Spade, Stella McCartney, Versace, Donna Karan gibi isimleri "Açıl Susam Açıl" kadar etkili bulmaya devam etsinler...

New York...

Nerede kalmıştık?

Satırlarca sürdürebileceğim eleştirileri ertelediğimizde, eğer New York'u da tanımaya biraz hevesiniz varsa en favori dizim "How I Met Your Mother?" ortaya çıkar. Robin'in gerçek bir New Yorker olduğu bölümdeki gibi metroda ağlayan kadınlar, her yerden kuyruğunu gösteren fareler gibi kentin özellikleri ya da New Jersey'in sürekli ti'ye alınması... Bunun yanında şehirdeki kültürel zenginliği Barney'in dünya haritasındaki her noktadan kız tavlama geceleri yanında Robin'in Kanadalılar barı ya da Marshall'ın kendisi gibi Minnesotalılarla birlikte Vikings takımını desteklediği mekanlarla birlikte Gottam City hakkında bir sürü şey anlatılır durur. Dizimizdeki iflah olmaz romantik Ted'in mimar olması ve Mannathan'a duyduğu aşk da binalar, semtler hakkında belki de hatta kesinlikle pekçok New Yorklu'dan daha fazla bizi New Yorker yapabilir. Barney ile birlikte hangi barda veya kulüpte başımıza gelebilecekler konusunda komik ama gerçekçi tespitleri öğrenip dururuz.

Dizideki tespitler Washington DC'de ne işe yaryor ki derseniz. 'Bir Irish Pub'da bar sandalyesinde oturuken kaç kişi içki ısmarlamayı teklif edecektir?' ya da 'Bir kulüpteki müzik ne kadar rahatsız edici olabilir?' sorularına doğru yanıtlar verildiğini onaylayabilirim. 'Lezzetli tavuk kanatları yanında iyi bir "Ranch" sosu bulmak neden zor?' sorusunu ise kesinlikle gerçekçi buluyorum.

Ama New York üzerine kitaplar okuduğum ve İngilizce konusundaki hedefim 'New Yorker' okumak olarak kayda düşülürse neden bu dizideki tespitleri önemsediğimi tartışmayız.

Arkadaşlarım ve Ankara...

Dizideki bekar New York'lular, Türkiye kültürüyle bazen karşıtlıklar içerse de hayatındaki önemli arkadaşlarından birisi arkeolog, birisi eşcinsel, diğerleri gazeteci, hepsi şimdilik bekar, yoo elbette bazıları ise anne-baba olan benim ile pekçok ortak nokta sahibi görünüyor. Bu dizi henüz kağıt üstünde dahi var olmamışken dolayısıyla Ted ve Robin'den epeyce önce "40 yaşında bir arkadaşı ile evlenme sözü" olayını da gerçekleştirdiğimi eklemeliyim. "Hiç evlenmeyeceğim galiba" sözlerini sarf ettikten sonra hayalindaki kızıl saçlı kızı değil ama animasyon filmleri seven kızı bularak evlenen bir üniversite arkadaşım olması. İç çamaşırlarını hiç pas geçmemek gerektiğini beyin hücrelerime kazıdıktan sonra bekarlık konusunda hep keyifli fikirlerden söz ederken bir yaz günü "komşu oğlu" ile evleneceğini açıklayan bir arkadaşım olması. Ya da arkadaş grubu olarak örneğin "Bir İstanbul Masalı" dizisini topluca izlemek, Tabu oynamak için ev partileri düzenlemek, Leman Kafe'deki bütün duvar karikatürlerini okumuş ve bütün masalarında oturmuş olmak, Kıtır'ın mı Otantik'in mi kumpiri daha iyi tartışması yapmak, Cafemiz'de "Hayal Salatası"nı her zaman aynı şekilde sipariş etmem konusunda şakalaşmalarımız, her ay "Eski 45'likler gecesi"ne gitmeyi kararlaştırmak ve nadiren gidebilmek gibi ya da her ay aldığımız dekorasyon, National Geographic, Atlas, Beyaz Perde, Virgül dergilerini ortaklaşa okumamız gibi onlarca hikaye, beni Ankara'daki o insanlar ile yakın arkadaş yapan paylaşımlarım olması gibi.

Temel farklılık ise, bu dizideki başrollerden birisini New York oynarken, benim hayatımda bunu Ankara oynadı. İstanbul'a Picasso, Fikret Mualla, Abidin Dino gibi sergi etkinliklerinde gezmeye gitmeyi seven, Ortaköy'de kumpir, Şampiyon'da midye dolma yemeyi unutmayan birisi olarak bu diziyi izlerken ben elbette hep Ankara'da Mülkiyeliler Birliği'nin yazın açılan bahçesini, Söğütözü'nde "brunch" yapmayı, Kızılay'da simitçi molası verdiğimi düşünüyorum.

Ve elbette New York'ta değil ama Ankara'da geçen yıllar boyunca arkadaşlarımı düşünüyorum. Ve benim tüm bu zamanlar boyunca sadece bir kahve ya da bira içimi dayanabildiğim ya da eski sevgililerden sayamayacağımız buluşma anılarındaki erkekler arasındaki bir gün "How I Met Your Father?" hikayesini anlatacağım çocuklarım için (yoo işin gerçeği o çocuklar olmasa da sabahları birlikte uyanmak, sergideki tabloyu, vizyondaki filmi anlatacak hayat arkadaşım olması için) arayışları anımsıyorum.

Ted gibi iflah olmaz romantikliğim ile yıllarca aynı adam ile kovalamaca oynamaktan yorgun düştükten sonra ise yine Ted gibi hepsi birbirinden özel ve hepsi kalbimde yer sahibi arkadaşlarım olduğu için gülümsüyorum.

"Playbook"...

"How I Met Your Mother?" dizisi, önümüdeki hafta 6. sezon 10. bölümü ile devam edecek. Ve benim hayatımda, şimdilik okyanus ötesinde ama arkadaşlarım için her zaman uzaklarda da olsa "arkadaş" olduğumu bilerek gönül rahatlığıyla sürecek görünüyor. Barney'in "Playbook"unda yazdığı gibi oyun sürüyor.

Thursday

İsrail ve Ermenistan ile vuslat başka bahara

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Birleşmiş Milletler (BM) çerçevesinde yürüttükleri temaslarda, Orta Doğu bölgesine ilişkin diyaloglarında, "Türkiye, Mavi Marmara Gemisi'ndeki ölümlerle ilgili İsrail'e yönelik BM kararını bekliyor" anımsatması yaptılar. Gül, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile dün yaptığı görüşmede, "Mavi Marmara Gemisi konusunda uluslararası hukukun gereğinin yerine getirilmesini bekliyoruz" dedi.

Türk heyeti, BM çerçevesinde "aktif diplomasi" misyonu doğrultusunda Afrika kıtasından Latin Amerika coğrafyasındaki farklı ülkelerle görüşmelerde bulundu. Türk heyeti, bütün temaslarında Orta Doğu Barış Süreci ve Türkiye - İsrail ilişkileri gündeme geldiğinde BM bünyesindeki "İnsani Yardım Konvoyu Hakkında Uluslararası Soruşturma Paneli"nden sonuç beklendiğini vurguladı.

Gül, beraberinde Davutoğlu ile birlikte görüştüğü BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a da Türkiye'nin 1 Eylül'de Panel'e Mavi Marmara Gemisi'nde yaşananlarla ilgili raporunu sunduğunu ve İsrail'in raporunu beklediklerini kaydetti. Gül, "Mavi Marmara Gemisi konusunda uluslararası hukukun gereğinin yerine getirilmesini bekliyoruz" diye konuştu.
Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimine temas etmekten kaçınan Moon ise, genel yorumda bulunarak, "Türkiye'nin diplomatik profilinin yükselmesinden memnuniyet duyduğunu" söyledi.

İsrail ile yakınlaşma olmadı

Hatırlanacağı üzere, Büyükelçi Mithat Rende, 1 Eylül'de BM'deki panel üyelerine Türkiye'nin raporunu ayrıntılı bir şekilde sunmuştu. Bu rapor sonrasında sıra İsrail'in raporunu sunmasına geldi. Ancak İsrail'in rapor sunma konusunda yavaş davranacağı ve konuyu yeni yıla sarkıtması bekleniyor.

Bugünlerde ise, Gül ve Davutoğlu'nun BM kapsamındaki New York'taki görüşmelerinde İsrail ile temas olup olmayacağı dikkatle izleniyor. Ancak haftabaşında Gül'ün İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile görüşeceği iddiası ise Türk tarafınca hemen yalanlanmıştı. Bu iddia asılsız çıkarken, İsrail ile herhangi bir diyalog BM koridorlarında vuku bulmadı.

Ermenistan ile de henüz temas olmadı

Türkiye'nin, İsrail ile olan gerginliği son aylarda Ermenistan ile protokol sürecinde tıkanma yaşanmasını da gölgelemiş görünüyor. Ancak Türkiye'nin, "dost ülke" İsrail ile neredeyse savaşın eşiğine geldiği günler yanında komşusu Ermenistan ile olan gerilimi de devam ediyor. Bu çerçevede, BM toplantısı kapsamında Türkiye ile Ermenistan arasında temas konusu da gözlendi. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'ın, New York'a gelmemesi nedeniyle Cumkurbaşkanı Gül düzeyinde herhangi bir görüşme planlanamadı.

Nalbandyan, Azeri şikayetiyle başladı

Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan ise, BM toplantılarına bugün itibariyle katıldı. Nalbandyan, bugün sabah BM'de "Millemyum Kalkınma Hedefleri" toplantısında yaptığı konuşmada ise, Azerbaycan'ı Yukarı Karabağ konusunda şikayet ederk BM temaslarına başladı. Nalbandyan, "Azerbaycan'ın savaş söylemleriyle Kafkaslar'daki bölge güvenliğini ve kalkınma koşullarını tehdit ettiğini" iddia etti. Nalbandyan konuşmasında Türkiye'ye yönelik herhangi bir ifade ise kullanmadı. Türk Dişişleri Bakanlığı kaynaklarından edinilen bilgiye göre, Davutoğlu'nun New York programında henüz Ermeni tarafı planlanmış bir görüşme gözükmüyor. Davutoğlu ile Nalbandyan'ın, "bir ihtimal" BM toplantılarında "ayak üstü" temasta bulunabileceği konuşuluyor.

New York'taki son manzaraya baktığımızda ise, BM çerçevesinde Türkiye'nin en gerilimli olduğu iki ülke olan İsrail ve Ermenistan ile doğrudan teması olmadı. Ancak BM çerçevesinde, ABD'nin yürüttüğü "arabuluculuk" temasları olup olmadığı ise henüz kulislere yansımadı.

Wednesday

Bekar erkekler ve benim bağlanma özgürlüğüm...



Her çağın ruhunda sevmekten kaçış hep var mıydı, yoksa modern çağın bireyci insanı mı, liberal özgürlükler yalanını her şeyin bahanesine dönüştürürken mi icat etti “bağlantısız özgür hayat” takıntılı bekarlığı?

Bekarlık sultanlığında yaşayanları selamlıyorum, ne de olsa yeni yaşımı da hanesinde “bekar” yazılı kafa kağıdımla karşılayacağım. Ama ben sevgiye dayalı ilişki yaşama talebine rağmen özgür bekar olma takıntısını özgürlük meşruiyeti ile açıklanmasını yanlış buluyorum. Emeğe değer vermekten uzak toplumsal yapıya uygun bireyci yaklaşıma, felsefi açıdan yüceltici “özgürlük” gibi bir kavram ile perdeleme yapılmasını gittikçe komik buluyorum. Özgür erkekler kolonisinden işittiğim sözler artık beni gülümsetiyor, sözleri birbirinden kopyalanmış erkekler topluluğuna acıyorum da…

Acaba hayatta hangisini gerçekleştirmek güçtür: A şıkkı) İlişkilerde oradan oraya savrulurken özgürlük gerekçesiyle yürekten sevilmeyi ve sevmeyi ıskalayarak gündelikçi misali bahtına o gün hangisi düştüyse o kişi ve o koşullarla yaşamak mı? B şıkkı) Müzedeki resim, tasarım dergisindeki tuhaf nesne, film sahnelerindeki devamlılık hatası gibi satırlarca sayılıp dökülebilecek toplamında adına hayat dediğimiz anları paylaşmak için bireyselliklerimizden ki hepsinden değil birazından özgürce vazgeçebilmek mi?

Bu noktada özgür erkek sesindeki “Hayatı paylaşmak için sevgili şart mı, arkadaş olmaz mı?” itirazını duyar gibi oluyorum. Unutulmamalı ki arkadaşlık ve sevgili olma hali de dahil her türlü gerçek duygulara dayalı ilişki, temelinde fedakarlıklar gerektirir. Yoksa günlük çıkarlarımızla kurduğumuz, yüze gülümseyen ama yürekten paylaşımlar içermeyen hatta yalanlarla süslenen tanışıklıkları “arkadaşlık” başlığında saymıyorum. Arkadaşlıklar da bağlanma içerir. Ne zaman, ne de okyanus ötesi, eğer sadakatiniz samimi ise ve bağlı iseniz o insan veya insanlara arkadaşlık ilişkileriniz için gerektirdiğinde fedakarlık yapacağınızı hesaba katmışsınız demektir. Arkadaşlar, emeksiz ilişki olamayacağı bilincinde, bazen bir mesaj, bazen bir telefon, bazen bir sarılma, bazen o gün siz ne yapmayı istiyorsanız eşlik etmekten kaçınmayan insanlar… Ve eğer hayatınızda bu tarifteki insanlara sahipseniz, nüfus cüzdanınızda “bekar” yazıyor olsa bile en azından siz hayali altından tacı ve tahtında oturmakta olan takıntılılardan değilsiniz… Çünkü “hayat arkadaşı” tanımındaki kişi ile henüz tanışmamış olabilirsiniz ama özgürlük gerekçesiyle duvarlarınız içerisinde tümüyle yalnız da değilsiniz.

Biliyorum, bazen ben de yalnızlık arıyorum. Bazen başka seslere kapatmalıyım kendimi. Benim de hiç kimselerle paylaşasım olmuyor bazen… Bazen başkalarına ait sorunlar hiç benimle temas etmese, çareleri ben de olmasa istiyorum. Bazen ama bazen sadece “ben” olsam diyorum. Ama benim bazenlerim kısacık sürüyor. Bencil varlığını özgürlük gerekçesi ardına saklayanlardan olmadığımı hemencecik hatırlıyorum. Ya ablayım, ya kardeşim, ya arkadaşım, ya telefondaki sesim, ya o işi halledecek kişiyim, başka hayatlarda yer edinmiş birisiyim. İşte böyle…

Yeni yaşımda “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” şarkısını dinlemekten keyif almama rağmen “yalnızlar rıhtımı” mahkumu olmadığımı anımsatan arkadaşlarımı ve aile fertlerimi selamlıyorum. Özetle bağlandığım her insanı selamlıyorum ve kendimi hiç de özgür değilmiş gibi de hissetmiyorum. Ben sevdiklerimle özgürüm.

Ben kim miyim? Gül yüzlü annesi her gün aksine dua etse de “bekar” bir Meryem torunu Meryem’im. Bekarım ama sevmeyi biliyorum, yaşasın bağlanma özgürlüğüm:)

Tuesday

Barış Harekâtı vesilesiyle “Amerika’da Türk Diasporası olmak”


Ermeniler ve Rumlar cephesinde nöbetçi Türkler


Amerika Birleşik Devletleri’nde Türk kimliğine sahip olmak vatandaşlık ve kültürel bağlar meselesinden öte, Türkiye’de savunma refleksi gösterilmeyen ya da “tartışalım” denilen konularda dahi sürekli tetikte durmayı içeriyor. ABD’de Türkiye aleyhine yürütülen lobi faaliyetlerinde, Ermeni Diasporası gibi tüm enerjilerini bu yönde harcamasalar dahi Rum toplumu da zaman zaman tarihi meseleler ve Kıbrıs konusunda ortaya çıkabiliyor. Bugün 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıldönümü olması dolayısıyla da Rum Diasporası tarafından Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi gerçekleşmesi bekleniyor. Buna karşılık Türk Disaporası ise, gösteriyi etkisiz kılmak için elçilik önünde nöbet tutuyor.

“Diaspora”, “gurbet” kelimesiyle ifade edilemeyecek şekilde içerisinde bir ülkeyi, devleti ve hatta tarihi belli şekilde savunmayı kapsayan bir kavram olarak anlatılabilir. Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkilerdeki gündemi de özellikle 24 Nisan tarihi civarında belirleyen “Ermeni Diasporası”, Orta Doğu’daki gelişmeler yanında Amerika’daki Türk etkinliği bakımından da önem taşıyan “Yahudi Diasporası”, “Baklava” rekabetiyle günlük hayatta kendini daha yoğun hissettiren ancak konu Kıbrıs olduğunda ayyuka çıkan “Rum Diasporası” gibi örnekler verilebilir. Bu örneklere elbette yaşları gençleştikçe Amerikan’da dünyaya gelmiş olanları da bünyesinde barındıran “Türk Diasporası” da eklenebilir. “Diaspora” kavramı, sadece köken olarak Türk kimliğine sahip olmayı değil politik ve diplomatik meselelerde rol oynamayı içerdiğinden “etnik köken bağı” ile açıklanamayabilir. Bu nedenle de etnik kökenleri farklı olsa da bir Türkiyeli, hatta Afrikalı – Amerikalı ya da beyaz Amerikalı olsa da elinde Türk Bayrağı’yla meydanlarda olabiliyor.

Washington’da Amerikan Kongresi’nin koridorları başta olmak üzere özellikle tarihi bazı günlerde “Diasporalar Savaşı” yaşandığını söyleyebiliriz. Ermeni ve Türk diasporalarını ciddi hazırlıklara sevk eden 24 Nisan tarihi gerilerde kalmış olmasına rağmen ABD’deki en sıkı mücadelenin “Ermeni soykırımı” meselesinde yaşandığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Bugün ABD Başkanı Barack Obama’nın aday gösterdiği ve Türkiye’ye resmen atanması öncesinde Amerikan Kongresi’nin onayı için milletvekilleri önünde sorulara maruz kalacak olan Francis Ricciardone konusunda da Ermeni Diasporası’nın güçlü örgütü ANCA, “Büyükelçi, soykırımı tanı” çağrısında bulunuyor. ANCA, aynı zamanda araştırmacı Zeyno Baran’ın eşi olan Matt Bryza’nın ABD’nin Bakü Büyükelçisi olarak resmi atanmasını önlemeye çalışmayı sürdürüyor. Elbette Ricciardone’nin, henüz ayak basmadan büyükelçi olacağı Türkiye’de “istenmeyen adam” ilan edilmesini sağlayacak şekilde bugün Kongre’de Ermeni meselesine değinmesi beklenmiyor. Bryza’nın da muhalif ifadeler olsa dahi Bakü’ye gideceğinden pek şüphe duyulmuyor. Ancak “soykırım” konusunu neredeyse kendi yaşam kaynağına dönüştürmüş olan ANCA ise, aleyhte lobi faaliyetlerini sürdürüyor.

Bugünkü gündemde ise, Amerikan Kongresi’ndeki müstakbel ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin konuşması yanında 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ise Washington’daki diasporalar için tazeliğini koruyor. Rum Diasporası, bugün öğlen saatlerinde (Türkiye saatiyle akşam 20.00 civarında) Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği önünde “İşgalci Türk askeri” gibi ancak elbette İngilizce sloganlar atmayı planlıyor. Ermeniler gibi kalabalık olmaları beklenmeyen Rumlardan bazılarınca inatla her yıl protesto gösterisi için kent belediyesinden izin alındığı biliniyor. Buna karşılık ise, Türk – Amerikan Dernekleri Asamblesi (ATAA) tarafından örgütlenen Türk gençleri büyükelçilik önünde nöbet tutmaya başlayarak, Rumları karşı kaldırımdan öteye yaklaştırmamayı planlıyor. Gençler tarafından nöbet tutulduğunu öğrenen Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan’da gece elçilik önüne sürpriz bir ziyarette bulundu. Büyükelçi Tan, böylece bir anlamda Türk Diasporası’nı yalnız bırakmamış oldu. Bugün sabahtan itibaren de ATAA Başkanı Günay Evinç ve ekibi, gençlerle birlikte elçilik önünde olarak Rum Diasporası’na karşı seslerini yükseltecek görünüyor.

Son söz olarak okyanus ötesinde, diasporalar dünyasında, tarih ve tarihi olaylar hiç de öyle kolay mesele değil diyebiliriz.