Friday

Cannes’ı Coelho’nun gözlükleriyle izlemek…



Üniversite günlerimde okuma hızım nedeniyle her gün Dost’tan birkaç kitabı aldığımda raflarda beklettiğim değil su gibi yuttuğum zamanlardan birinde 1996 yılında Can Yayınları’ndan “Simyacı” piyasaya çıkmıştı. 1 yıl öncesinde Susanna Tamaro’nın “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” kitabı gibi dünya edebiyatından duygulara seslenen kitapları da siyaset teorisi kitaplar gibi hevesle okuyordum. ‘Çorba’ tadında ama kesinlikle tatsız olmayan okuma yelpazemde, Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun “Simyacı”sı yalın diliyle “uzaklarda ararız ancak içimizde buluruz mutluluğu” gerçeğini yüzümüze vuruyordu. Sonrasında Coelho’nun kitaplarında okuma yolculuğum sırasında “On Bir Dakika” “rahatsız edici” konu seçimiyle beni etkilemişti. Amsterdam’ın Kırmızı Sokak’ını es geçmeyen öyküsünde, bedenen dakikalarla ölçülebilen ancak ruhen etkisi kişiden kişiye tartışılır olduğunu düşündüğüm cinselliği “yeni dünya düzeni” içinde sorguluyordu. Türkiye’de Efes antik kentini gezenlerce gayet iyi hatırlanacağı üzere mermer ana yoldaki kadın figürüyle halen varlığını koruyan belki en eski reklamlardan birisini yaratan fahişelik mesleğini anlatıyordu. Bu tarihi mesleği, çağımız penceresinden gösteriyordu.

Milliyet Ankara Büro’daki koşuşturma içerisinde Dost’tan satın alıp evdeki “bekleme bölümü” olan başucumdaki kitap rafına koyduklarım arasında son yayınlanan Coelho'lar var mıydı, emin değilim ancak 2009 yılında “Amerika’dayım” mazeretim nedeniyle Türkiye’de piyasaya çıkmış pek çok kitabı takip edemedim. Bu kitaplardan Ceolho’nun “Kazanan Yalnızdır” kitabını tanıdık ellerden birinde görünce ödünç aldım. Ve “Amerika’da ne yapıyorum?” sorusuna kestirmeden “Okuyorum” yanıtını vereceğim bugünlerde son birkaç gece içerisinde, Coelho’nun “Kazanan Yalnızdır” kitabını okudum.



Yazar, Cannes Film Festivali’ne, “kırmızı halı” ve Nuri Bilge Ceylan’ın ödül alışıyla yaşadığımız gurur ile nice yıllar ödülsüz kalmış Yeşilçam’ımız dışında bize içeriden bir bakış sunuyor. Türkiye’de “jet sosyete” ifadesini yakıştırdığımız, Coelho’nun ise “sınıf” kavramıyla açıklamayı tercih ettiği “Süpersınıf”, tatminsizliği yanında dünyaya tükettikçe mutlu olunacağını salık vermeye devam eden küresel kültürü nasıl yaratıyordu? Bunu sorgulayan Coelho, moda, magazin, sinema ve küresel şirketler arasındaki bağlantıları okuruna adlarını vermese de anımsanabilir örnekleriyle anlatıyor.

Ancak yazarı ne anlatma iddiasında olursa olsun elbette her metin ile okuyucu arasındaki ilişkide olduğu gibi her okur gibi ben de benim yorumumla bu kitabı anlıyorum. Finalde, Jasmine’in sevgilisine sarılışını, Coelho’nun, “kariyer odaklı, bireyselliğine sarılmış insan” modeline bir kerecik daha düşünme çağrısı olarak görüyorum. Başarısı neticesinde bazen bir kıyıda, bazen bir orman içinde, bazen belki sahibi olacağı bir adada, bazen İstanbul Boğazı’nda ve bazen de Datça’da ev hayal edenlere neler olduğunu, olabileceğini düşünüyorum. Acaba kitaptaki İgor gibi “sevgiyi yaşamayı”, “mutlu bir gelecek güne” ertelediği yalanıyla her gün işinde var oluşunu dolayısıyla da tüketimi yüceltenler, o tanıdık çehreler kimdi? Elbette aynaya bakmayı da ihmal etmedim. Bu arada Coelho’nun “kazanan” kişisi illaki “süpersınıf üyesi” olmak zorunda değil… Tüketim, gelir düzeyine ve kişisel zevklere bağlı olarak farklı lezzetler sunan restoranlardan dünyanın farklı köşelerine farklı bütçelerde yapılacak seyahatlere kadar her türlü harcamayı kapsıyor. Bunun içerisine zamanı nasıl harcadığımızı da ekliyorum. Belli kitapları okumak, belli oyunları izlemek, belli yerleri görmek zorunda hissettiğini kendine itiraf edemese de ve bunları “kişisel zevki” paravanı ardında yapmayı sürdürse de aslında tüketim toplumundaki bireyi kast ediyorum.

Son not olarak aslında Coelho'nun kitabını bir “cinayet romanı” da olması nedeniyle beğendiğimi söyleyebilirim. Cinayetler romana heyecan tuzunu tam ayarında katıyordu. Bu arada Coelho’nun satırları arasındaki “normal listesi” ise hatırlanmaya değer. “Kim normal?” sorusuna verilen yanıtlar arasında benim favorim ise, “Gerçekten denemediği halde ‘denedim’ diyen” oldu. Biraz anormal olduğum için mutsuz olmadım ve normal tanıdıklarımı da gülümseyerek anımsadım… (Normal, bize kim olduğumuzu ve ne istediğimizi unutturan her şeydir; böylece üretmek, yeniden üretmek ve para kazanmak için çalışabiliriz. P.Coelho)

No comments:

Post a Comment