Sunday

Washington’un gündemi: Asker



ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan’a ilişkin stratejisini resmen açıkladığı bugünlerde Washington’da okur-yazar kesimlerdeki ana gündem maddesini “asker” meselesi oluşturuyor.
Amerika’nın gökdelensiz tek kent merkezinde günlerdir Nobel Barış Ödülü’nün bu yılki sahibi olmasına karşın Obama’nın, Afganistan’daki Amerikan Kuvvetleri Komutanı Stanley McChrystal’ın yazdığı raporu göz ardı edemeyeceği bekleniyordu. Bu noktada, medya başta olmak üzere Amerika kamuoyu, Başkan’ın asker gönderme kararını nasıl gerekçelendireceğini ve bu gerekçelerini hitabet sanatıyla nasıl ifade edeceğini merak ediyordu. Obama, Amerika’nın Doğu Yakası’ndaki saat dilimi “prime-time” kuşağına girdiğinde saat 20.00’de ulusal ve yerel kanallarda canlı yayınlanan konuşmasıyla dünyaya “barış için savaşmak” gerektiğini anlattı. Washington kulisleri için sürpriz olmayan asker açıklaması sonrasında Amerika, bunun mali boyutlarını sorgulamaya başladı. Kongre’de farklı cephelerden Amerika’nın asker fedekarlığı yanında Afganistan’dan ve diğer müttefik ülkelerden beklentilerine ilişkin sesler de hemen yükselmeye başladı.

Ama Washington, siyasi gündemdeki “asker” meselesi yanında bugünkü savaştan öte 2 bin yıl önce yaşanmış bir başka savaş öyküsüyle yakından ilgili görünüyor. Bu öykü, abartısızca söyleyebiliriz ki politika, medya ve iş dünyası buluşmalarında taraflar arasında ihmal edilemeyen sohbet başlıklarından birisine dönüştü. İşin ilginci, söz konusu savaş öyküsünden Irak’ta savaşmaya devam eden, Afganistan cephesini genişletme kararı alan Amerika’yı eleştiren barışperverler de etkileniyor. En azından bunu iddia edebiliriz.
Bu noktada, Washington’daki bu askeri gündemi, ilgilenenlerle fotoğraflarla paylaşma olanağını yakaladım. Neden mi söz ediyorum? National Geographic Müzesi’nde açılan ve 1974’te toprak altında bulunduklarında 20’nci yüzyıldaki en önemli arkeolojik keşif ilan edilen “pişmiş toprak (terra cotta)” askerleri Amerika’ya taşıyan sergiden bahzediyorum. Çin’den ilk kez Eylül 2007 ile Nisan 2008 arasında British Museum’daki gerçekleşen sergi için İngiltere’ye hareket eden “ölümsüz askerler”, Mayıs 2008’de ayak bastıkları ABD’de son duraklarına geldi. Haftalar öncesinde Washington Post’un tanıtımlarını yapmaya başladığı sergi, bir açıdan Washington’un kültürel olanaklar bakımından her zaman gerisinde kaldığı New York’a çalım attığı önemli bir etkinliğe dönüştü.



Washington’da “Terra Cotta Warriors: Guardians of China’s First Emperor” adıyla National Geographic Müzesi’nde açılan sergi için ilk hafta biletleri, satışa çıktığı ilk günlerde tükenmişti. 19 Kasım’da kapılarını ziyaretçilerine açan sergiye gösterilen yoğun ilgi nedeniyle biletleri, sadece günü değil saati de belli olarak satılıyor. Sergide fotoğraf, kamera çekimi yasağını cep telefonu ile dahi delmeye kalkışanlara karşı neredeyse her obje yanında bir görevli nöbet tutuyor. Basın mensuplarına ise, National Geographic’in iletişim ofisi yetkilisi eşliğinde 5 dakikalık çekim izni veriliyor. Bu bilgiyi ise, gişede “sold out” yazısını görme korkusuyla gittiğim ancak bilet almayı başarabildiğim önceki hafta değil sergiyi gezmek üzere elimde fotoğraf makinesiyle önceki gün müzeye adım attığımda öğrendim. National Geopraphic iletişim ofisi ile kısa bir telefon trafiği sonucunda sergiyi kendi objektifimle görüntüledim. Bundan sonrasında adım adım, kulağıma dayadığım elektronik sesli rehber eşliğinde 2 bin yıl öncesinde başlayan ancak ilk Çin İmparatoru Qin Shi Huang’ın ölümsüzleştirdiği bir savaş öyküsünü dinlemeye başladım. Ziyaretçi yoğunluğu nedeniyle her obje için oluşan kuyruklarda bekleyerek, müzedeki herkes gibi çağlar öncesinde insan eliyle neler yaratılabildiğine tanıklık ettim. Bugüne değin gözüme çarpan yazılarda okuduğum “hepsi ayrı bir yüze sahip” bilgisini açıkça doğrulayan heykeller, savaş karşıtı insanlara, “savaştan sanat ortaya çıkmış” dedirtebilmesi nedeniyle biraz da rahatsız ediciydi. Ancak gerçek insan boyutlarındaki heykel ordusu yanında bu orduya model olması amacıyla yapılmış 15 santimetre civarındaki minik figürlere hayranlık duymamak pek mümkün değildi.



Çin’in kuruluş öyküsü hakkında detaylı harita gibi bilgilerle donatılmış sergi salonunda ilerlerken yaşanan ani hareketlilik ise sessizlik konusunda uzlaşmış ziyaretçileri şaşırttı. Metrelerce öteden koruma görevlisi olduğunu anlayacağınız takım elbiseliler arasında heykellere yakından bakmaya çalışan kişi, Washington’un siyasi konuklarından birisiydi. Monaco Prensi Albert, küresel iklim değişikliğine dikkat çekmek amacıyla konuşmalar yaptığı Amerika ziyaretinde bu sergiyi es geçmemiş oldu. Bu sırada muhabirlik refleksiyle fotoğraf çekme düşüncem yasağa takılsa da Prens Albert gibi Washington’a konuk olacak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın acaba bu sergiyi merak edip etmeyeceğini yasaksızca düşündüm. Obama ile görüşmesinde, Afganistan’daki sıcak savaş cephesine Türk askeri talebine “hayır” yanıtını yüz yüze ifade edeceği kaydedilen Erdoğan’ın, iki güne sıkıştırılmış ziyaret programında bu sergiye zaman ayırması elbette zor görünüyor. Erdoğan sergiyi ziyaret etme fırsatını yakalamasa dahi Washington’da her gün yüzlerce ziyaretçi ile buluşan Çin’in toprak ordusu, geride bıraktığı 2 bin yıldan sonra önümüzdeki yıllarda da dünyaya ilginç bir savaş öyküsü anlatmayı sürdürecek görünüyor.

No comments:

Post a Comment