Tuesday

Gurbet Mektubu: Leblebi Şekeri

“Gurbet”… Bu kelime benim için yıllardır ‘Almanya’ anlamına geliyordu. Doğduğum ülke… Hayallerle Bursalı annem ile babamı 4 gün içinde evlilik öyküsüne sürükleyen ülke… Annem tekrarlıyor sanki hep kulaklarımda “Elimde bir valiz ile…” Benim gurbet günlerim ne zaman başladı acaba? Doğduğumda mı, yoksa 1 Ocak 2009 sabahına Amerika’da uyandığımda mı, yoksa “özlüyor muydum, hiç bilemedim” babam hep Almanya’da iken mi yoksa “kokunu özlüyorum” sevgilim Amerika’da iken mi… Bu satırları hesaplama hatası ihtimalini göz ardı ettiğimde 16’ncı yaşama mekanımda yazıyorum. Gurbetteyim. Göçebeliğim sanki doğuştan ama “Leblebi Şekeri” her şeyi ruhuma nakşetti önceki gün ve idrak ettim yalın gerçeği, ben gurbetçiyim. Her şey geçtiğimiz hafta sonu “Can Eriği” ile başladı, aslında. Kütür kütür, diş geçirilesi, surat ekşitesi, tuzu eksik olmayası can erikleriyle başladı düşünce yolculuğum.

Erikti, leblebi idi hepsi irili ufaklı anılardı… Bir varmış, bir yokmuş… Gurbet diyarlardan birisinde Yıldız adında, “erkekten olma kadından doğma” yoo böylesi pek ataerkil olur benim mektubumda, insan evladı birisi varmış diyelim kestirmeden, doğrusundan… Anacağı yolunu gözlüye dursun üç odalı ocağında, Yıldız kendi yolu derdinde imiş. Yol nereye gider, dönüp dolaşır mıymış anadili memleketine… Acep yol dediği bıkıp usandığı ama adımını atmışken geri dönülesi değil de ilerisine gidilesi, yıllardır ucundan kıyısından adımını kaçırdığı ama aslında yürüye durduğu, tarifi pek mümkün ama yazar kabiliyetine bağlı ne asfalt kaplama son sürat geçilen ne toprak tozun içinde görünmez kılan olsa olsa “Arnavut Kaldırımı” atılmayan her sağlam adımda düşüren… Yol… Hayat… Bir varmış, bir yokmuş… Uzunca bir yol varmış… Ne de olsa 30 yıl devrilip gitmiş bir yol varmış…

Aylar sonra ilk kez leblebi şekeri gördüm, annem severdi önce sonra ben de sevdim. Unutmuşum. Hatırladım. Can eriği hiç yemedim geçen baharda, ne tuhaf. Sanki hiç eriksiz baharım olmamış, anladım o yüzden geçen yıl benim için bahar neden hiç bahar gibi değildi. Erik yememiştim, unutmuştum.

Bahardayım, erik yiyorum şimdi. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göz atıyorum erikli kasem elimin altında; “Gurbet: Doğup, yaşanılmış yerden uzak yer” yazıyor. Kemalettin Kamu’nun “Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” dizesi ise TDK Sözlük ile Ekşi Sözlük’ün ortak noktası. Ekşi Sözlük’te tanım çokluğu: Zor zanaat, Zeki Müren şarkısı… “Gurbetçi” kelimesine tıkladım, psika-analiz tadında çokça tanım yapılmış. Kimisi kızgın suçluyor, kimisi savunuyor, kimisi ‘azınlık’ diyor. Ama ilk satırdaki tanım hepsinden tanıdık: “Alamancı”.



Gurbet elden gelirdi mektup. Almanya’dan nadiren gelirdi mesela. En son Amerika’dan geldi. Zaman fiber kablolarla donatılmış dünya çağına erişti ya öyle postacıyla da gelmiyor artık. Postacı şarkısı başka çağdan çocuklara ait ilkokul anısı. Ben o çağın çocuğu, “tık” ile posta gönderen çağın yetişkini. Bisikletli Lego adamı postacıma bakıyorum çalışma masamdaki. Postacıya emanet etmek istesem dahi mektubumu, zarfın üzerine yazacağım isim ve adres hanem boş. Gurbet mektubum sahipsiz ya da tek sahibi ben. Alıcısı yok. Yazıcısı var.

Yazılası olduğu için yazdım.

No comments:

Post a Comment